Adnan ONAY
Köşe Yazarı
Adnan ONAY
 

BİTMEYEN ATATÜRK VE OSMANLI KAVGASI

Her canlı gibi Atatürk de vadesini doldurdu ve ahirete göç etti. Şimdilerde söylenen "Atatürk ölmedi, kalbimizde yaşıyor "sözü, ona aşırı sevgileri olanların bu sevgilerini belirtmek için kullandıkları bir söz. Atatürk, (sebepleri uzunca tartışma konusu olan) Osmanlı'nın parçalanmasıyla sonuçlanan bir süreçte Anadolu'nun elden gitmemesi ve ayakta kalması için verilen mücadelenin sonucunda üretilen Türk ulus devletinin kurucusu olduğu için, halkın çoğu ona sonsuz sevgi besliyor. Yani onu sonsuz sevgiyle sevenler, geride bir vatan bırakmanın yanısıra , ayrıca oluşturduğu devletin cumhuriyetçi, laik özelliklere sahip olmasını da sevgileri için önemli bir neden görüyorlar. Atatürk'ün ülkenin kurtuluşuna, bu devletin varoluşuna ne derece katkısı olduğu çeşitli çevrelerce tartışılır olsa da, O’nu aşırı bir duyguyla sevenlerin çoğunluğu kurduğu ve geride bıraktığı eseri olan T.C ‘nin niteliği nedeniyle sevmekteler.. Bu yaklaşımdan yola çıkılarak  iddia edilebilir ki; Tarih Atatürk yerine bir başka ismi öne çıkarmış olsaydı ve TC'nin, Devletin harcındaki asıl katkı bir başka kişiye ait olsaydı, o kişide bu kesimlerce Atatürk kadar sevilir, yüceltilirdi. Çünkü, burada sevgiyi oluşturan şey kurucu lider olarak Atatürk’ün mücadelesinin sonunda kurduğu; demokratik, laik, Türkçü Cumhuriyettir. Yani bu sevginin temelinde Atatürk’ün kurtarıcı lider pozisyonundan daha çok kurucusu olduğu sisteme duyulan önem öne çıkmakta, onu yüceltme yalnızca kurtarıcı vasfına dayandırılmamakta. Ölümünün üzerinden 86 yıl geçmesine rağmen, Atatürk'le ilgili tartışmalar hız kesmeden sürüyor. Kimileri ona şiddetli eleştiriler getirirken,kimileri de onu kutsarcasına sahiplenmekte.. Atatürk iki karşıt blokun tartışma konusu olmaktan bir türlü çıkarılamıyor. Bu karşıt grupları yani Atatürk'e karşı çıkan ve yüceltenleri kategorize etmeye kalkarsak; genel olarak bunları üç sınıfa ayırabiliriz.. 1-(Yeni)Osmanlıcılar: Bunlar "İttihat ve Terakki'cilerin Osmanlı'yı parçalayan Batıcı-ırkçı ideolojiler ürettiklerini ve böylece hayallerindeki yeni devlet için Osmanlı'nın parçalanmasına yardımcı olduklarını düşünmekte, bu nedenle de başlangıçta İttihatçılarla hareket eden sonrasında Osmanlı ismini devam ettirme yerine yeni bir devlet kuran Atatürk'e , İttihatçılara duydukları gibi kin duymakta.. 2-Kemalistler: Bunlar,"Atatürk, yeni bir devlet kurmuştur ve bu devletin Osmanlı'yla hiçbir şekilde bağı, ilgisi yoktur. Onu Osmanlı'ya döndürmek isteyenlere karşı sert tedbirler alınmalıdır.” diye düşünürler. Bunlara göre, “yeni cumhuriyetin sahipleri Atatürk ve onun arkadaşlarından yana olanlardır. Bu ülke Türklerin, Ata-Türkçü'lerin devletidir, bunu kabul edenler ülkeyi yönetmelidir. Bunu böyle kabul etmeyenlerin bu ülkeyi yönetmeleri bir yana, bu topraklarda yaşamaya dahi hakkı yoktur, onlara karşı sert müdahaleler yapılmalıdır..” 3-Yeni Cumhuriyetçiler/Bilimsel Atatürkçüler:  Bunlar, "Osmanlı Devletinin çökmesi, sonunun gelmesiyle yeni bir devlet kurulduğunu, bu devletin yönelişinin doğru olduğunu, kimi eksiklik ve yanlışlara rağmen kurulan yeni devletin doğru temeller üzerinde inşa olduğunu, seküler, demokratik bir cumhuriyetin tek model olarak geliştirilmesi gerektiğini, gerçek Atatürkçülüğün bu olduğunu" savunmaktalar. Türkiye'de yaşanan kavgalar anahatlarıyla bu üç farklı düşünce etrafında dönmekte.. Bu üç farklı düşüncenin son ikisine yakın düşenler seküler demokrasiden yana ve cumhuriyetçidirler. Bunların arasında her ne kadar uç solculuk ve ulusalcı görüşlere varıncaya kadar birbirinden farklı  düşünceleri savunanlar olsa da özü itibarıyla bu kategoride toplananlar görüşlerini bu iki görüşten biri üzerine oturturlar. Görüşleri oradan filizlenir. O nedenle: Bu iki sınıfa sahip çeşitli düşüncedekiler kendilerini bu sistemin merkezinde,rejimin asıl sahibi olarak görürler. Yönetmeyi bir başka düşüncede olanlara hak olarak görmezler. Velev ki sonuçlar sandıktan çıksa dahi! Burada asıl sorun olarak görülen birinci düşünce grubu içinde olanlara gelince; Bu grubun içinde yer alanlar arasında en sorunlu olarak görülen grup din ile ilişkilendirilen grup.. Bu grup ana tema olarak düşüncelerini dine dayamakta, TC'yi eleştirirken görüşlerinde dinsel atıflarda bulunmakta ve Osmanlı’nın devamı olacak teokratik bir devlet kurmak yerine laik bir devlet kurduğu ,buna karşı çıkanlara sert tedbirler uyguladığı için Atatürk'e düşman gözüyle bakmakta.. Bu kesim bu tür eleştiriler yaparken Osmanlı Devletinin islamla ne derece örtüştüğüyle ilgili bir değerlendirme yapmaktan kaçınmakta.. Oysa, eğer konu din temelinde değerlendirilecekse, yeni cumhuriyetle birlikte kaldırılan bir çok şeyin, getirilen kimi yasakların dinle ilgisini tartışmak doğru olandır, halbuki  konu hiç bu yönüyle ele alınmamakta,bu yönde tartışılmamaktadır..  Burada dikkat çeken bir konu; "Eğer,bunları tartışırsak Atatürk'e buradan hak verenler olabilir” endişesiyle bu doğrultudaki birçok konu gereği gibi irdelenmemektedir. Oysa, ortada şöyle bir realite var;  Günümüz Türkiye’sinde kendini birinci düşünce kalıbı(Osmanlıcı) içinde gören bir çok dindar kişinin düşüncesi, yaşantısı ve tercihleri Osmanlı'ya değil, Atatürk'ün kurduğu seküler demokrasiye dayalı cumhuriyet düşüncesine ve yaşantısına daha yakındır.  Bu kitle yaşadığı hayatı, gerçek düşüncesini içselleştirip, bilinçli bir şekilde onu kabullenme yerine, körü körüne karşıt bir düşünceyi savunmayı bir ideoloji haline getirip "iki arada bir derede" misali kendini sistemin dışında tutma çabası içerisine girmekte, Anadolu insanını da mevcut sistemin uzağında örgütlemeye çalışmaktadır. Bu gibi düşünceleri savunanlar yönetici, idareci gibi etkili konumlarda bulunmuş olsalar da sisteme yabancı bir konumda durmakta, sistemin imkanlarında n yararlanırken, enerjisini sistemi geliştirecek şekilde kullanmamakta, sinerjisini buraya taşıyamamakta..Dolayısıyla sistemle uyumsuzlukları hep öne çıkmakta.. O nedenle; kendilerini sistemin sahibi görenler azınlıkta olsalar ve idari mekanizmanın dışında kalsalar dahi sistem üzerinde, sistem içinde yer almakta olan bu kişilerden daha etkin olmaktadırlar. Zira, sisteme yabancılaşmış konumda olan yöneticiler, sekülarizme yapay karşıtlıkları nedeniyle gönülden bağlı olmayıp Osmanlıcılık benzeri düşüncelere veya din görüntülü bağnaz düşüncelere set çekememekte, bu ise içinde yer aldıkları sisteme olan karşıtlıklarını beslemektedir. Halbuki gerçekçi bir tahlille olaylara yaklaşılsa muhafazakar kesimlerin sistemi geliştirme ve sistemle uyuşmazlıklarını ortadan kaldırabilmeleri mümkün.. Sonuç olarak şunu söylemeli: Osmanlıyı geri getirme ihtimali  olmadığı için böylesi hamasi düşünceler üzerinde yoğunlaşmak beyhudedir.  Cumhuriyetten bu yana köprülerin altından çok sular geçmiş, kuruluş yıllarından bugüne gelinceye kadar türlü yanlış uygulamaya rağmen bu devletin Osmanlı'dan kalan halkların, yani hepimizin devleti olduğuna karar kılmışız... Yapılması gereken; Türkiye'nin mevcut sistemini tüm ülke vatandaşlarını memnun edebilecek şekilde geliştirmek, ülkeyi her yönüyle güçlü ülke vizyonuna kavuşturmaktır. “Yeni Türkiye" bu hedefi gütmenin adı olmalıdır... Bunun için, T.C’ye bir çok nedenle tepki duyan dindar kitleler imkanlarını sınırsız şekilde kullandıkları halde karşıtlıklarını sürdükleri mevcut sistem hakkındaki aykırı düşüncelerini değiştirmeli (en azından geçmişi kaşımamalı) ve benimsedikleri yaşam tarzına ait düşüncelerini açıkça ortaya koymaktan çekinmemeli, objektif, şeffaf, takiyyesiz, açıkça bir tartışmaya öncülük etmelidirler.. Din,bu toplumun ana harcıdır. Çoğunluğun görüşü bu yöndedir. Ona bağlı olduklarını belirtenlerin sistemle körü körüne çatışır pozisyona düşmesi sistemin gelişmesini, hak, hukuk, adalet etrafında uzlaşının sağlanmasını engeller.. Oysa,dindarlar/muhafazakarlar sistemin önemli katmanıdırlar. Bu gücü devletin, demokrasinin gelişmesi için değerlendirmeliler. Dindarlar, sisteme, sistemi aşkın bir alternatif sunamadıkları sürece yeni bir şey söyleyemez, etkilerini artıramazlar.  Bu gerçeği kabul ederek,içinde bulunulan imkanları kullanıp, bunları zaten içselleştirdikleri için sistemle çatışma yerine, farklı düşünceleri  bu devletin geleceğinin güvencesi görüp, bu zenginliğin daha da gelişebileceği bir atmosfer için gayret göstermeliler.. Diğer gruplara ise söyleyecek bir sözüm yok! Herşey yerli yerine oturduğunda kendini sistemin asıl sahibi görenlerin de boyası dökülecektir.  Evet.. bu ülkeye sahip çıkacak olanların ilkeleri kendin olmak, bu ülkeyi sevmek ve bu yeni cumhuriyeti daha ileriye taşımak için çaba sarfetmek olmalı..
Ekleme Tarihi: 12 Kasım 2024 - Salı

BİTMEYEN ATATÜRK VE OSMANLI KAVGASI

Her canlı gibi Atatürk de vadesini doldurdu ve ahirete göç etti.

Şimdilerde söylenen "Atatürk ölmedi, kalbimizde yaşıyor "sözü, ona aşırı sevgileri olanların bu sevgilerini belirtmek için kullandıkları bir söz.

Atatürk, (sebepleri uzunca tartışma konusu olan) Osmanlı'nın parçalanmasıyla sonuçlanan bir süreçte Anadolu'nun elden gitmemesi ve ayakta kalması için verilen mücadelenin sonucunda üretilen Türk ulus devletinin kurucusu olduğu için, halkın çoğu ona sonsuz sevgi besliyor. Yani onu sonsuz sevgiyle sevenler, geride bir vatan bırakmanın yanısıra , ayrıca oluşturduğu devletin cumhuriyetçi, laik özelliklere sahip olmasını da sevgileri için önemli bir neden görüyorlar.

Atatürk'ün ülkenin kurtuluşuna, bu devletin varoluşuna ne derece katkısı olduğu çeşitli çevrelerce tartışılır olsa da, O’nu aşırı bir duyguyla sevenlerin çoğunluğu kurduğu ve geride bıraktığı eseri olan T.C ‘nin niteliği nedeniyle sevmekteler..

Bu yaklaşımdan yola çıkılarak 
iddia edilebilir ki; Tarih Atatürk yerine bir başka ismi öne çıkarmış olsaydı ve TC'nin, Devletin harcındaki asıl katkı bir başka kişiye ait olsaydı, o kişide bu kesimlerce Atatürk kadar sevilir, yüceltilirdi. Çünkü, burada sevgiyi oluşturan şey kurucu lider olarak Atatürk’ün mücadelesinin sonunda kurduğu; demokratik, laik, Türkçü Cumhuriyettir. Yani bu sevginin temelinde
Atatürk’ün kurtarıcı lider pozisyonundan daha çok kurucusu olduğu sisteme duyulan önem öne çıkmakta, onu yüceltme yalnızca kurtarıcı vasfına dayandırılmamakta.

Ölümünün üzerinden 86 yıl geçmesine rağmen, Atatürk'le ilgili tartışmalar hız kesmeden sürüyor. Kimileri ona şiddetli eleştiriler getirirken,kimileri de onu kutsarcasına sahiplenmekte..

Atatürk iki karşıt blokun tartışma konusu olmaktan bir türlü çıkarılamıyor.

Bu karşıt grupları yani Atatürk'e karşı çıkan ve yüceltenleri kategorize etmeye kalkarsak; genel olarak bunları üç sınıfa ayırabiliriz..

1-(Yeni)Osmanlıcılar: Bunlar "İttihat ve Terakki'cilerin Osmanlı'yı parçalayan Batıcı-ırkçı ideolojiler ürettiklerini ve böylece hayallerindeki yeni devlet için Osmanlı'nın parçalanmasına yardımcı olduklarını düşünmekte, bu nedenle de başlangıçta İttihatçılarla hareket eden sonrasında Osmanlı ismini devam ettirme yerine yeni bir devlet kuran Atatürk'e , İttihatçılara duydukları gibi kin duymakta..

2-Kemalistler: Bunlar,"Atatürk, yeni bir devlet kurmuştur ve bu devletin Osmanlı'yla hiçbir şekilde bağı, ilgisi yoktur. Onu Osmanlı'ya döndürmek isteyenlere karşı sert tedbirler alınmalıdır.” diye düşünürler.
Bunlara göre, “yeni cumhuriyetin sahipleri Atatürk ve onun arkadaşlarından yana olanlardır. Bu ülke Türklerin, Ata-Türkçü'lerin devletidir, bunu kabul edenler ülkeyi yönetmelidir. Bunu böyle kabul etmeyenlerin bu ülkeyi yönetmeleri bir yana, bu topraklarda yaşamaya dahi hakkı yoktur, onlara karşı sert müdahaleler yapılmalıdır..”

3-Yeni Cumhuriyetçiler/Bilimsel Atatürkçüler: 

Bunlar, "Osmanlı Devletinin çökmesi, sonunun gelmesiyle yeni bir devlet kurulduğunu, bu devletin yönelişinin doğru olduğunu, kimi eksiklik ve yanlışlara rağmen kurulan yeni devletin doğru temeller üzerinde inşa olduğunu, seküler, demokratik bir cumhuriyetin tek model olarak geliştirilmesi gerektiğini, gerçek Atatürkçülüğün bu olduğunu" savunmaktalar.

Türkiye'de yaşanan kavgalar anahatlarıyla bu üç farklı düşünce etrafında dönmekte..

Bu üç farklı düşüncenin son ikisine yakın düşenler seküler demokrasiden yana ve cumhuriyetçidirler. Bunların arasında her ne kadar uç solculuk ve ulusalcı görüşlere varıncaya kadar birbirinden farklı  düşünceleri savunanlar olsa da özü itibarıyla bu kategoride toplananlar görüşlerini bu iki görüşten biri üzerine oturturlar. Görüşleri oradan filizlenir.

O nedenle: Bu iki sınıfa sahip çeşitli düşüncedekiler kendilerini bu sistemin merkezinde,rejimin asıl sahibi olarak görürler. Yönetmeyi bir başka düşüncede olanlara hak olarak görmezler. Velev ki sonuçlar sandıktan çıksa dahi!

Burada asıl sorun olarak görülen birinci düşünce grubu içinde olanlara gelince;
Bu grubun içinde yer alanlar arasında en sorunlu olarak görülen grup din ile ilişkilendirilen grup..

Bu grup ana tema olarak düşüncelerini dine dayamakta, TC'yi eleştirirken görüşlerinde dinsel atıflarda bulunmakta ve Osmanlı’nın devamı olacak teokratik bir devlet kurmak yerine laik bir devlet kurduğu ,buna karşı çıkanlara sert tedbirler uyguladığı için Atatürk'e düşman gözüyle bakmakta..

Bu kesim bu tür eleştiriler yaparken Osmanlı Devletinin islamla ne derece örtüştüğüyle ilgili bir değerlendirme yapmaktan kaçınmakta..

Oysa, eğer konu din temelinde değerlendirilecekse, yeni cumhuriyetle birlikte kaldırılan bir çok şeyin, getirilen kimi yasakların dinle ilgisini tartışmak doğru olandır, halbuki  konu hiç bu yönüyle ele alınmamakta,bu yönde tartışılmamaktadır.. 

Burada dikkat çeken bir konu; "Eğer,bunları tartışırsak Atatürk'e buradan hak verenler olabilir” endişesiyle bu doğrultudaki birçok konu gereği gibi irdelenmemektedir.

Oysa, ortada şöyle bir realite var; 

Günümüz Türkiye’sinde kendini birinci düşünce kalıbı(Osmanlıcı) içinde gören bir çok dindar kişinin düşüncesi, yaşantısı ve tercihleri Osmanlı'ya değil, Atatürk'ün kurduğu seküler demokrasiye dayalı cumhuriyet düşüncesine ve yaşantısına daha yakındır. 
Bu kitle yaşadığı hayatı, gerçek düşüncesini içselleştirip, bilinçli bir şekilde onu kabullenme yerine, körü körüne karşıt bir düşünceyi savunmayı bir ideoloji haline getirip "iki arada bir derede" misali kendini sistemin dışında tutma çabası içerisine girmekte, Anadolu insanını da mevcut sistemin uzağında örgütlemeye çalışmaktadır.

Bu gibi düşünceleri savunanlar yönetici, idareci gibi etkili konumlarda bulunmuş olsalar da sisteme yabancı bir konumda durmakta, sistemin imkanlarında n yararlanırken, enerjisini sistemi geliştirecek şekilde kullanmamakta, sinerjisini buraya taşıyamamakta..Dolayısıyla sistemle uyumsuzlukları hep öne çıkmakta..

O nedenle; kendilerini sistemin sahibi görenler azınlıkta olsalar ve idari mekanizmanın dışında kalsalar dahi sistem üzerinde, sistem içinde yer almakta olan bu kişilerden daha etkin olmaktadırlar.

Zira, sisteme yabancılaşmış konumda olan yöneticiler, sekülarizme yapay karşıtlıkları nedeniyle gönülden bağlı olmayıp Osmanlıcılık benzeri düşüncelere veya din görüntülü bağnaz düşüncelere set çekememekte, bu ise içinde yer aldıkları sisteme olan karşıtlıklarını beslemektedir.

Halbuki gerçekçi bir tahlille olaylara yaklaşılsa muhafazakar kesimlerin sistemi geliştirme ve sistemle uyuşmazlıklarını ortadan kaldırabilmeleri mümkün..

Sonuç olarak şunu söylemeli: Osmanlıyı geri getirme ihtimali  olmadığı için böylesi hamasi düşünceler üzerinde yoğunlaşmak beyhudedir. 

Cumhuriyetten bu yana köprülerin altından çok sular geçmiş, kuruluş yıllarından bugüne gelinceye kadar türlü yanlış uygulamaya rağmen bu devletin Osmanlı'dan kalan halkların, yani hepimizin devleti olduğuna karar kılmışız...

Yapılması gereken; Türkiye'nin mevcut sistemini tüm ülke vatandaşlarını memnun edebilecek şekilde geliştirmek, ülkeyi her yönüyle güçlü ülke vizyonuna kavuşturmaktır.

“Yeni Türkiye" bu hedefi gütmenin adı olmalıdır...

Bunun için, T.C’ye bir çok nedenle tepki duyan dindar kitleler imkanlarını sınırsız şekilde kullandıkları halde karşıtlıklarını sürdükleri mevcut sistem hakkındaki aykırı düşüncelerini değiştirmeli (en azından geçmişi kaşımamalı) ve benimsedikleri yaşam tarzına ait düşüncelerini açıkça ortaya koymaktan çekinmemeli, objektif, şeffaf, takiyyesiz, açıkça bir tartışmaya öncülük etmelidirler..

Din,bu toplumun ana harcıdır. Çoğunluğun görüşü bu yöndedir.
Ona bağlı olduklarını belirtenlerin sistemle körü körüne çatışır pozisyona düşmesi sistemin gelişmesini, hak, hukuk, adalet etrafında uzlaşının sağlanmasını engeller..

Oysa,dindarlar/muhafazakarlar sistemin önemli katmanıdırlar. Bu gücü devletin, demokrasinin gelişmesi için değerlendirmeliler.

Dindarlar, sisteme, sistemi aşkın bir alternatif sunamadıkları sürece yeni bir şey söyleyemez, etkilerini artıramazlar. 
Bu gerçeği kabul ederek,içinde bulunulan imkanları kullanıp, bunları zaten içselleştirdikleri için sistemle çatışma yerine, farklı düşünceleri  bu devletin geleceğinin güvencesi görüp, bu zenginliğin daha da gelişebileceği bir atmosfer için gayret göstermeliler..

Diğer gruplara ise söyleyecek bir sözüm yok!

Herşey yerli yerine oturduğunda kendini sistemin asıl sahibi görenlerin de boyası dökülecektir. 

Evet.. bu ülkeye sahip çıkacak olanların ilkeleri kendin olmak, bu ülkeyi sevmek ve bu yeni cumhuriyeti daha ileriye taşımak için çaba sarfetmek olmalı..

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve rizeninsesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
timbir - birlik haber ajansi