RİZE’YE BAKINCA İNSAN VATANI DAHA ÇOK SEVİYOR
RİZE’YE BAKINCA İNSAN VATANI DAHA ÇOK SEVİYOR
Türk yazar, edebiyat tarihçisi, gazeteci, siyasetçi İsmail Habip Sevük Türkiye’nin dört bir yanını gezip, gördüklerini değerlendirmelerini
İSMAİL HABİP SEVÜK’TAN RİZE TARİHİNE DÜŞEN NOTLAR
RİZE’DE BASTONUNU TOPRAĞA SOKMA FİLİZLENİR
Türk yazar, edebiyat tarihçisi, gazeteci, siyasetçi İsmail Habip Sevük Türkiye’nin dört bir yanını gezip, gördüklerini değerlendirmelerini 1943 yılında Cumhuriyet Matbaası'nda basılan Yurttan Yazılar kitabında yayınladı. Kitabın Karadeniz Yalıları bölümünde Rize başlığı altında Rize için kaleme aldığı yazı daha önce 22 Ağustos 1937 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlamıştı. Bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum.
RİZE DENİZE HÜRMETİ BİLİYOR
Deniz karanın içine doğru tam bir yarım daire yapacak şe- kilde; şark ucuna Taşlıdere, garb ucuna Fener denen; beş altı kilometrelik geniş bir kavis çiziyor. Bu kavsin arkasında şarktan Hohol, garbdan Moliva dağları, gürbüz ormanlı sırtlar ile dalga dalga azametli bir fon halinde, kıyıdakine muvazi olarak ikinci bir kavis yapmış. Ayrıca dağların şakuli kavsinden denizin satıhlı kavsine amuden, mevzun fasılalı, sıra sıra, yeşil yeşil, denize yaklaştıkça yassılaşıp kıyıda büsbütün düzleşen altı yedi tane tepe inmektedir. Dağlardan kıyıya paralel tepeler. Bu sıra tepeler olmasaydı dağlar dik, belde ezik, ve görünüş silik olacaktı. Fakat kıyıyı tedricen dağlara kaldıran bu tepeler sayesinde dağların dikliği yumuşamış, gitmiş, ve Rize artık ne dağ dibinde ezilen, ne düz kıyıda sırtüstü serilen değil her tarafını serpile serpile gösteren haspa bir beldedir. Dağların hacimli çizgisi, denizin perkârlı çizgisi, tepelerin cetvelli çizgisi; çizgilerin bu zengin hendesesini daha ziyade artırmak için, altı yedi tepeden en ortadaki denize doğru tatlı bir kabarıklıkla bir miktar uzayarak büyük kavsi ayrıca iki kavse ayırmış. Tophane denen bu burun sayesinde Rize iki liman kazandı. Şarktaki liman daha emin, az rüzgâr tutuyor; garbdaki daha derin, vapurlar oraya demirliyor.
ŞEHRİN GÖZDESİ TOPHANE BURNU
Dağlar orman orman, tepeler yeşil yeşil, ve hepsi kâgir, hepsi birkaç katlı evler hep beyaz beyaz. Evleri taşıyan tepelerle tepelere yaslanan evler arasında yakışıklı bir tezat var. Tepeler denize yaklaştıkça alçalarak kıyıda sık sık duran evler tepelerde ilerledikçe seyrekleşip nihayet tepeleri bitirmeden bitiyorlar. Şehrin asıl gövdesi Tophane burnunun garbındaki koy kıyısındadır. Yeni parkelenmiş ana cadde bu kıyıya temiz ve ferah bir korniş halinde uzanmış. Beldenin belediye, otel, hükümet konağı, Halkevi gibi mühim yapıları ve müesseseleri hep bu caddenin iki tarafındadır. Trabzon denize küskün. Samsun’un deniz kıyısında caddesi yok, fakat Rize denize hürmet etmeği biliyor. On dört binlik beldenin merkezini taşıyan bu düzgün parkeli ana caddenin uzunluğu üç beş yüz metro amma şehrin boyu da eni de kilometrelerce sürmektedir. Bu yüzden mahalleler kendilerine köy gibi bakıyorlar ve burada şehir adı yalnız alışveriş yapılan çarşıya veriliyor. Dükkana gel, şehirdesin; evine git. Ağaç, ağaç... Güneş sıcak, yağmur bol, toprak sıhhatli; ağaç ne olmaz? Belediye yanında yeni yapılan parkta ağaçlar var, senede iki defa çiçek açıyor. Deniz kıyısında dört duvar çevirerek yaptıkları spor sahasına bir iki parmak kalınlığında toprak serpmişler; saha derhal yemyeşil oluvermiş. Şu bahçe- de, bastonuna dayanmak için ucunu toprağa sokup etrafı seyrettikten sonra sakın bastonu orada unutma, belki filizleniverir!
MATARACI BAHÇESİ RUS ARMUDU BREZİLYA ELMASI
Rize’nin Meşhur Siması Mataracı’nın bahçesini geziyoruz. Her sıcakça yerde yetiştiğini gördüğümüz portakal, mandalina, palmiye gibi ağaçları ve çeşit çeşit çamları geç. İşte kauçuk ağacı, yaprakları duvarcı lamasına benziyor, yaprağın mihver damarı koyu pembe, ve yaprak yeşil lastik gibi. İşte keten ağacı; elyafından beyaz keten yapılmaktadır, yaprağı ince kadife gibi. Ve işte kavun ağacı; verdiği mahsul sahiden kavuna yakın, kendisinden reçel yapılan bu portakal cinsli mahsulün olgunlaşmadan önceki rengi koyu nefti ve olgunlaşınca açık sarı. Ecnebi memleketlerden, uzak diyarlardan, yabancı coğrafyalardan getirilmiş daha çeşit çeşit bir sürü ağaç. Susak kabaklarının küçüğüne benzeyen Rus armutları, limon renginde portakal veren Amerikalı grepişler, Brezilya elmaları, bilmem nerenin kirazları. Ve işte fil kulaklarından bir iki misli genişliğindeki kehribar renkli yapraklarını hükümdar serinletmeğe mahsus yelpazeler gibi sallayan muzlar. Ve hele yakut renkli inci biçimindeki tohumları birer alev katrası gibi parlayan tel saçlı kuşkonmazların saksı süsü halinde top top ve hanım hanımcık duruşları. Rize’de kadar çeşit çeşit nebati iklimler birbirini yadırgamadan haşir ve neşir oluyor. Bütün bu ağaçlar kışın dahi yapraklarını dökmüyorlar. Yeşil Bursa’da güzden sonra yalnız selvilerin rengi kalır. Fakat Rize’de yeşil mevsimlik değil ezelliktir. Daimi bir bahar; din kitapları da cenneti böyle tasvir ederler. Bütün bu ağaçlar içinde en faydalı olan en bodur olandır. Boyu ancak dize kadar gelen çay fidanları. Ziraat Vekâleti dört beş yıl evvel burada bir çay fidanlığı tesis etti. Elde edilen çay çok mükemmel; kokusu, lezzeti, rengi çok enfes. Köylüye her yıl yüz binlerle çay fidanı tevzi ediliyor. Üç dört sene sonra bütün çayımızı kendimiz temin edeceğiz. Baygın kokulu çay; yalnız zevk ve keyif değil, billûr bardak içinde eritilmiş yakut şeffaflığı ile göze de neşe olan çay, her yıl senin uğruna harcadığımız milyon milyon servet artık kendi ülkemizde kalacak.
GARAL DAĞI OLDU ZİRAAT BAHÇESİ
Çay fidanlığı eskiden Garal denen tepenin üzerindedir. Şimdi oraya Ziraat tepesi deniyor. Orada yalnız fidanlığı değil, o en yüksek yerden beldenin umumi panoramasını da göreceğiz. Yokuşlu, dar. Arnavut kaldırımlı, fakat döşemesi düzgün, ve yeni yıkanmış gibi tertemiz iç sokaklardan dolanarak, nihayet hastane yanından, meyilli bir şekilde yere yatırılmış bir merdiven gibi uzanan, beş altı yüz basamaklı bir yolu da geçince asıl tepeye vardık. Ooh, temiz çizgili, temiz yüzlü bir park ve dört taraftan eşsiz bir temaşa. Sağımızda Peripol tepesi, şehrin en kesif olduğu kısma inmektedir. Onun ilerisinde Çançul tepesi, Tophane burnunun şarkındaki seyrek evli Portakallık mahallesini teşkil ediyor. Daha ileride Hohol dağları ile karışan bir iki tepe. Kıyıdaki düzlükte dolgun bir saf halinde duran evler tepelerde avcıya yayılmış gibi görünüyorlar.
RİZE’NİN APAYRI BİR GÜZELLİĞİ VAR
Solda Kale Tepesi. Bulunduğumuz tepeyle onun arasındaki derin vadiden Kale deresi akıyor. Tepeye kendi ismini verdiren kale, üç tarafta, murabba şekilli ve üst kısmının burçları kalmadığı için tıpkı bir masa gibi görünmektedir. Fakat kalın bir yeşillik kaleyi üstten, yandan ve her taraftan sımsıkı kapladığı için masanın kendini değil yalnız örtüsünü görüyoruz. Kaleden ilerde Moliva Tepesi; onunla Kale Tepesi arasında gene deminki gibi derin bir vadi var. Oradaki suya Değirmendere deniyor. O vadinin ehemmiyeti İspir ve Erzurum’a gidecek şosenin oradan geçmesindedir. Şose Erzurum’a kadar gidebilse Rize kara tarafındaki mahsurluktan kurtulacak ve bunu Trabzonlular işitmesin - daha kısa, hele kışın Kop ve Zigana gibi manialar bulunmadığı için, daha elverişli bir transit yolu kazanılacak.
Tepeyi dolanarak arkadan kara tarafına bakıyoruz. Dalga dalga vadiler ve dalga dalga kabaran ufuk genişlikleri. Hep bahçeler içinde seyrek seyrek evler. Burası iç Rize. Buranın da apayrı bir güzelliği var. Arazi iç içe iki çember yapmış. Sağdan Moliva ve soldan Hoholun vücuda getirdikleri daha kabarık dış çember: sonra onun içinde Kale Tepesi etekleri. En ortada da Yağlıtaş denen tek bir tepe var. Kayalıklı zirvesi ile bu tepe çifte kenarlı yeşil bir sini ortasında bakırımtrak bir kâse gibi duruyor.
RİZE’YE BAKINCA İNSAN VATANI DAHA ÇOK SEVİYOR
Akşam oldu. Gene deniz tarafına gelerek grubu seyrediyoruz. Karadeniz beldelerinin hepsinde, güneş hep denizde battığı için, güzel gruplar olur. Fakat buradaki grub: Tepeden tam bir yarım daire şeklinde görünen durgun koyda alev vurmuş bulutların kızıl akışıyla çepçevre dağların yeşil akislerinden ikisi de birbirini yenemeyerek ikisi de birbirine taviz verdiği için neftiden filiziye, lâcivertten eflatuna kadar öyle renk renk cümbüşler oluyor ki. Vatanı yalnız güzelliği, bereketi ve için sevmeyiz. Eğer öyle olsa daha güzel, daha verimli ve daha ileri yerleri vatandan daha çok sevmek icap ederdi. Fakat şu Rize’ye bak, insan vatanı daha çok seviyor.
Fatih Sultan KAR
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.