RİZELİ ŞAİR,YAZAR EMİN ŞİR, BU KEZ DE İLGİNÇ BİR ROMANLA OKUYUCUNUN KARŞISINDA: ELA ROSA

“Yağmurlar kentinde büyümüşüm efendim

Doğaldır her iklimde birikmiş bulutlarım var”

Emin Şir, yağmurun ve hırçın dalgaların koynunda büyümüş bir şair, bir yazar. İçinde biriktirdikleri coğrafyanın hırçınlığının ötesinde nice sancılarla örülü. 

“Kara Eylül”ün silindir gibi ezip geçtiği bir kuşağın diline, öfkesine sahip bir isim Şir. 

Çeşitli şiir kitapları ve öyküleri bulunan Emin Şir, hepimizi bir yanıyla yaralayan yakın geçmişin izlerini yansıtan şiirlerinin, öykülerinin yanı sıra bu kez de Ela Rosa romanıyla okuyucuların karşısında.

Ela Rosa, kendinden kaçan,kendini arayan, ararken kendinde kaybolan, kendine yakalanan Julide’nin , Ela Rosa ile özdeşleşmiş yaşam kesitleri üzerinden benzer kadınların ortak öyküsü,  iç yankısı gibi.

Kitabın kapağını çevirdiğinizde üç ayrı yazardan alıntılanmış  cümleler karşılıyor sizi.

Giriş sayfasındaki bu alıntılar kitabı da özetler nitelikte;

"Eşyalar, eşyaların sahiplerinin sahipleridir ama ben aynada yüzümü bulamıyorum. Söylemediğim şeyi konuşuyorum. Varım ama ben değilim. Benden sürgüne gönderilmiş bir ülkede, beni gitmediğim yere götüren bir trene biniyorum."(Eduardo Galeano)

"Her şeye ağlıyorum, küçükken sığındığım dizlerin anısına, bana uzatılan, çoktan ölmüş ele ve sonra nasıl sarıldığını hiç öğrenemediğim kollara, hiç yaslanamadığım omuzlara..."(Fernando Pessoa)

"Öldüğümde diyorum, bir dalgaya gömün beni."(Enis Batur)

Julide, 30 yıldır  reklam metinleri yazmanın mental yorgunluğuyla, içsel sıkışmışlıkla karşı karşıyadır ve dingin bir yaşamın özlemini taşımaktadır. Bu durumu tetikleyen nedenlerden biri de insanları evlerine kapatarak onları yeniden düşündüren pandemi dönemi olmuştur. 

Pandemi dönemi  yaşamı yeniden sorgulamayı önümüze koymuş, varoluşsal sorunları depreştirerek bireylerin iç yolculuğunu  derinleştirmiştir. Bu ruh hali içerisindeki Julide de kendini yeniden varetmenin, içindeki soruların yanıtlarını bulabileceği  bir  arayışın içindedir. Bu arayışın uzun yolculuğuna karar vermiştir; 

“Ben kendimi aradım bunca yıl. Buldum dediğim anda bulunanın ben olmadığını anladığımda yeniden aramaya başladım. Her arayışımda kendime ait yenilikler edindim….Şimdi bir başka ortam sesinin peşindeyim belki de. Kendi gerçeklerinden kaçarak rahat edeceklerini sanan insanların kaçtığı gibi değil, daha derin bir sessizliğin peşindeyim….Onca kalabalığın içinden sıyrılıp hayatla arama mesafe koymaktı aslında tek derdim. Sakin bir limana, engin bir gökyüzüne, gözümün önünde uzayıp giden bir ormana, belki birkaç yağmur damlasına sahip olmak, bu sahipliğin avantajını kullanarak “kendim” olabileceğim zamanları yaratabilmekti. Beynimize tecrübe diye etiketlediğimiz tüm doğruları unutmak, yeni doğrular bulmak, onlarla yaşamak, kendimi bulmaktı sonra.”

Julide, bu duygularla kendini sakin bir kasabaya atar. Önceden belirlediği kasabadaki pansiyon Rozerin adlı yaşlı bir kadınındır. Rozerin, kendisine yardımcı olan Zehra ile birlikte uzun zamandır bu pansiyonu işletmektedir. Rozerin’in gizemli bir yaşam öyküsü vardır. 

Rozerin’in pansiyonu Ela Rosaların, Julide gibi kadınların  bir kaçış  yeridir ve aynı kadere bağlı nice kadın burada birçok acıklı hatıralar biriktirmiş, sonrasında ise kendi sularına çekilmiştir.

Ela Rosa, bir iç hesaplaşma, yaşamın sorunları içerisinde sıkışmış kadınların serüvenidir. Her ne kadar kitap kadın sorunsalını merkezine oturtmuş olsa da , bu tema ile açığa çıkan düşünceler insan genelini ilgilendirmekte, okuyucuyu kendisiyle yüzleştirmekte.

Günce şeklinde yol alan gözlemlerle zenginleştirmiş sorgulamalar, yaşamın iniş çıkışlarını irdeleyen  birer deneme gibi olsalar da aynı zamanda ayrı ayrı bölümler halinde ‘kendine’ yazılmış mektuplar gibiler adeta. 

Bu yönüyle Ela Rosa, edebiyat dünyasının güncelerle, mektuplarla örülmüş romanlarını, denemelerini hatırlatmakta. Platon’un Sicilya’da geçirdiği günleri konu alan ‘Mektuplar’, Turgenyev’in ‘Mektuplar’ı, Dostoyevski’nin ‘İnsancıklar’ romanı, Kafka’nın ‘Babaya Mektup’, Mayakovski'nin ‘Lili Brik'e Mektuplar’ bu tür mektuplardan bazıları. 

Türk edebiyatında da farklı konuları içeren çok sayıda mektup eserler, romanlar var. Nazım Hikmet’in , Kemal Tahir’in ‘Mektuplar’ı , Oya Baydar’ın ‘Kedi Mektupları’, Ataol Behramoğlu’nun ‘Ceza Evi Mektupları’ bu tür örneklerden bazıları. 

Ayrıca, Virginia Wolf’un “Bir yazarın Günlüğü’, Gogol’un ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’,  Sartre’nin “Bulantı” adlı romanları da günceler üzerinden yazılmış romanlardan ilk akla gelenler.

15 Eylül 219 tarihinden başlayarak , 15 Nisan 2021 tarihine kadar olan zaman dilimine uzanan bölümlerde yer alan içsel sorgulamalar yaşamda neleri ıskaladığımızı, nelere kulak kapadığımızı, neleri boşuna önemsediğimizi veya neleri gereksiz reddettiklerimizi, şartlanmışlıklarımızı, kolayı seçişimizi dile getirmekte;



“Etrafıma bakıyorum da gördüğüm, "farklı" olan korkutuyor insanları. Alışılmış olan, süregelen, güvenli olan yollar, limanlar tercih ediliyor genelde. Sonra da ortaya şablon, birbirinin benzeri hayatlar ve insanlar çıkıyor. Hepsi bir örnek. Neredeyse klonlanmış. Böyle olunca da kendimi sorguya alıyorum, acaba baktığım pencere mi dar, diyorum. Farklı olanlar dışlanıyor, cezalandırılıyor toplumca. Onu görüyorum. Ötekileştiriliyor. Bırak aynı sokağı, işyerini ya da mahalleyi; ailelerde bile uzak durulan, atsan atılmaz, satsan satılmaz bir birey olup çıkıyor insan.”

Ne diyordu İsmet Özel; “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse, öbürüne sağır.” Julide’nin gözlemlerine göre de tıpkı böyle yol alıyordu toplum.!

 

Emin Şir, Ela Rosa’da toplumsal yaşamın ortaya çıkardığı açmazları çeşitli noktalardan sorgularken edebiyat dünyasının önemli isimlerinin görüşlerine vurgu yapmaya fazlasıyla özen göstermiş ve bunların bazılarının hakkında da dipnotlar şeklinde açıklamalar yapmış. Oldukça yalın bir dille, bir öykü tadında ilerleyen romanda zaman zaman bu tür cümlelere rastlanmakta.

Kitap, pansiyon sahibi  Rozerin’in adım adım kendini ele vermesiyle ilerliyor, onun hikayesini de içeren ortak hikayelerle sonlanıyor. 

Rozerin, Dersim’in kayıp çocuklarından biridir ve kaderi onu buraya düşürmüştür. İşlettiği pansiyon aynı kaderi paylaşan nice kadının da adresi olmuştur. 

Ela Rosa, kendi olmak istese de kendisi olmaya bırakılmayan, kendisi olamayan kadınların kaderini Rozerin’in pansiyonunda buluşturmakta.

Emin Şir’in metaforlarla yüklü bu romanı ilk romanı olsa da ustaca yazılmış, okuyucuyu değişik atmosferlere taşıyacak zenginlikte. Ayrıca Şir’in okuyucuyu bu roman üzerinden birçok önemli eserlere bağlaması da kitap severler için önemli bir kaynak niteliğinde.

Kitabın sonunda bununla  ilgili geniş bir kitap listesi yer almakta. 

Ela Rosa, okuyanların başkalarına da mutlaka önereceği türden güzel bir roman. Umarım hak ettiği ilgiyi görür..

ELA ROSA
DİPNOT YAYINLARI
183 SAYFA